Ana Sayfa » Yıl 10, Sayı 36 (Ocak 2015) » ATILIM ÜNİVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HASAN ÜNAL İLE SOHBET
SOHBET KÖŞESİ
ATILIM ÜNİVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HASAN ÜNAL İLE SOHBET |
Gülden A. Pınarcı |
Sohbet köşemizin bu sayımızdaki konuğu Atılım Üniversitesi’nin en eski fakültesi olan İşletme Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Ünal. Hasan Bey’le üniversitemiz ve kütüphane üzerine sohbet ettik.
“… Kütüphane bir defa her şeyin başı. Mesela şöyle söyleyelim, 19. yüzyılda Avrupa dünyanın çekim merkezi olmuştur ve o özelliğini sürdürüyor hâlâ. Şimdi o yıllardan itibaren bakarsak yani 1400-1500’lerden itibaren, hatta birçok Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde kütüphane geleneği var…”
ATILIM ÜNİVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ DEKANI... paylaşan: atilim_universitesi
Öncelikle röportajımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Biz sizi yakından tanıyoruz, ama sizi tanımayanlar için bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? Hasan Ünal kimdir?
Hasan Ünal kimdir? İşte Hasan Ünal, Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünün Öğretim Üyesidir. Şu anda idari olarak da Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanlığını ve İşletme Fakültesi Dekanlığını yürütmekteyim.
2012 yılında Atılım Üniversitesine katıldım. Ondan önce bir 15 yıl civarında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde çalıştım. 4,5 yıl civarında da Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde çalıştım.
Atılım Üniversitesi’nin en eski fakültelerinden biri olan İşletme Fakültesinde Dekanlık yapıyorsunuz. Fakültenizin bugünlere gelirken geçirdiği süreçlerden, fakültenizden biraz bahsedebilir misiniz?
Fakülte üniversitenin ilk fakültesi, kuruluşunda İşletme Fakültesi adıyla kurulmuş devlet üniversitelerindeki ya da diğer vakıf üniversitelerindeki Siyasi İdari Bilimler Fakültesi biçiminde organize edilmiş; yani gerek İdari Bilimler Bölümleri var, bir gerekse Ekonomi, İktisat Ekonomi ve İşletme Bölümleri var.
Tabii bizim fakülte kurulduktan sonraki yıllarda bayağı ciddi atılımlar yapmış. Şöyle ki, bölüm sayısı artırılmış. Bir taraftan Sosyal Bilimler olan Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi, Halkla İlişkiler gibi bölümler oluşturulmuş. Öbür taraftan da iktisat ve işletmenin özellikle işletmenin olmak üzere alt kollara bölümler halinde yeniden tasarlanmış. Örneğin şu anda biz 10 bölüme çıkmış durumdayız. İşletme ve İktisat Bölümlerinin Türkçe ve İngilizceleri var. Bunlara ilaveten Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümümüz var, Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümümüz var, yeni kurduğumuz Maliye Bölümümüz var, İktisat ve İşletmenin ortak alanı ve özellikle Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu bir alan olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca Sosyal Bilimler diyebileceğimiz daha çok Uluslararası İlişkiler var, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümümüz var. Artı Halkla İlişkiler ve Reklâmcılık Bölümümüz var.
Dolayısıyla aslında bayağı renkli bir fakülte, geniş bir fakülte bir başka açıdan da Türkiye’nin çoğu sorunlarının tartışıldığı bir fakülte bölümleri itibariyle, örneğin Türkiye’nin ve dünyanın pek tabii ki yakın gündemleri bizim fakültemizin de gündemi; mesela Uluslararası İlişkiler Bölümünün gündemi Siyaset Biliminin gündemi, Kamu Yönetiminin gündemi aynı zamanda İktisat ve İşletme Bölümlerinin gündemi de çok çok önemli konuları kapsıyor. Ayrıca mesleki olarak Turizm Bölümü gibi, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü gibi bölümlerimizde giderek popülerleşiyor. Çok ciddi çabalarla kurulmuş, çok ciddi özveriler yapılmış.
Bizde son 2 yıldır; ben önce dekan yardımcısı olarak başlamıştım, şimdi dekanlık yapıyorum. Fakültenin kendini ispatlaması daha gelişmesi, büyümesi açısından olağanüstü çabalar içindeyiz. İnşallah çabalarımızın sonuçlarını alırız. 2014 yılı itibariyle çabalarımız büyük ölçüde sonuç verdi. Şu anda zannediyorum 1000 üzerinde öğrenci sayısına sahibiz, hazırlıktaki öğrencileri de eklediğimiz zaman.
Geçen yılki tercihlerde, yani 2014 yılındaki tercihlerde çok ciddi bir oran elde ettik. Bunların kayda dönüşme oranları da oldukça yüksek oldu, yani üniversite ortalamamızın da üzerine çıktık. Ayrıca yatay geçişlerde de giderek bir cazibe merkezi olma eğilimi gözlüyoruz. Bunlar bizi tabii memnun ediyor, ama hiçbir zaman yeterli değil; tabii ki fakültenin bütün bölümlerini daha da geliştirmek, özellikle akademik olarak kaliteyi yükseltmek. Kaliteyi yükseltirken otomatik olarak bir tanınmışlık oluyor, ama gene de tanıtma yönünde de faaliyetlerde de geri durmamak ilkeleri üzerine geliştirdiğimiz politikamızda ısrarlı bir şekilde devam ediyoruz.
Öğrencilerinize mezun olduktan sonra iş hayatında daha donanımlı, daha avantajlı olabilmeleri için eğitim alırken ne gibi imkânlar sunuluyor?
Şimdi eğitim alırken bir defa öğrencilerin çoğu yani zorunlu staj dediğimiz bir uygulamadan geçiyorlar, o önemli bir şey.
İkincisi bizim Kariyer Bilgilendirme Merkezimizle birlikte yürüttüğümüz faaliyetler var, özellikle firmaları davet ederek burada öğrencilerin daha mezun olmadan önce o firmalarla yüz yüze gelmesi, onların ne tür ihtiyaçları olduğunu öğrenmeleri. Yine işte gerek Kamu Yönetimi, gerekse Uluslararası İlişkiler gibi bölümlerin mezun olduktan sonra hangi alanlarda istihdamının mümkün olduğuna yönelik faaliyetlerin hepsini belli bir koordinasyon içerisinde yapıyoruz, öğrencilere.
Buna ilaveten ders programları güncellenmek suretiyle mevcut piyasalardaki ihtiyaca göre öğrenci yetiştirmeye çalışıyoruz, bu da önemli bir aşama.
Bir başka yaptığımız İŞ-KUR’la birlikte, özellikle İŞ-KUR’un iş arayan gerek mezuniyetten sonra gerekse de mezun olmadan önce 3., 4. sınıftan itibaren ne tür yerlerde iş bulabilirim, ne tür çabalar içinde olmalıyım diye düşünmeye başlayan öğrencilere açık olan fırsatlarına öğrencilerimizin keşfedebilmesi için İŞKUR Temas Noktası kurduk ve yanılmıyorsam İŞKUR Temas Noktası bir vakıf üniversitesine ilk uygulama oldu. Yani zannediyorum tek tük devlet üniversiteleriyle yapılmış, bir uygulama ama vakıf üniversiteleri arasında ilk biz yaptık.
Zaten İŞ-KUR’un yetkililerini buraya çağırarak sağ olsunlar bizi kırmadılar, geldiler. Bizim fakültede öğrencilere bir sunum yaptırdık, ne tür imkânların olabileceğine dair. Şimdi onların ayrıntılarını çalışmakla meşgulüz. Yani İŞ-KUR’un öğrenciler için değişik fırsatları ve imkânları var. Onları çalışıyoruz, yani öğrencilerin gerek öğrenci iken gerekse mezun olduktan sonra en kısa sürede iş hayatına atılmalarını kolaylaştırmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Yaptığımız şeylerden bir tanesi de bazı işyerlerinde ki bunlardan mesela Sheraton Otel Ankara’nın en büyük oteli ya da en büyük otellerinden biri, o grupla aramızda bir protokol imzalamış durumdayız. Bu Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü için yaptık. Ama aynı zamanda diğer bölümlerin öğrencilerine de açık; gerek stajlarını yapabiliyorlar gerekse part-time olarak yarı zamanlı çalışma imkânlarına sahipler. İyi tarafı bu tür şirketlerde yarı zamanlı çalışan arkadaşlarımızın, öğrencilerimizin çok erken bir yaştan itibaren sigortaları başlıyor. Bunların hepsini belirli programlar çerçevesinde yapmaya çalışıyoruz.
İşletme Fakültesinden mezun olan öğrencilerin iş bulma oranları, istihdam oranları nedir?
Şimdi burada da yaptığımız çalışmalarda tuttuğumuz istatistiklerde üniversitenin mezunlarının, yani belli bir alanda iş bulması ya da kendi işini kurma oranı %92’ler civarında; bizim fakültenin mezunları arasında bu oran bir iki puan daha yükseklerde görülüyor. Genellikle iyi bir orandayız.
Biraz da kütüphanelerden bahsetmek istiyorum, izniniz olursa. Ülkelerin gelişmiş düzeylerine kütüphaneler ne ölçüde katkı sağlıyor. Bunu Türkiye bağlamında düşünürsek neler söyleyebilirsiniz?
Kütüphane bir defa her şeyin başı. Mesela şöyle söyleyelim, 19. Yüzyılda Avrupa dünyanın çekim merkezi olmuştur ve o özelliğini sürdürüyor hâlâ. Şimdi o yıllardan itibaren bakarsak yani 1400-1500’lerden itibaren, hatta birçok Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde kütüphane geleneği var. Şimdi Avrupa’nın niye kütüphaneye önem verdiğini konuşmaya bile gerek yok. Bu aynı zamanda çağdaşlaşan, kalkınan bütün ülkeler için bir yorum diye düşünüyorum. Mesela Rusya’nın büyük kütüphaneleri var, Japonya’nın büyük kütüphaneleri var, eminim Çin’de çok büyük kütüphaneler var.
Şimdi kütüphane bir defa uygarlığın başlangıcı demek, yani eğer kütüphane olmazsa o ülkenin çağdaşlaşması, uygarlaşması ve kalkınması mümkün olamaz. Onun içinde yani Atılım Üniversitesinin kütüphane oluşturma işi ve gayretleri ayrıca takdir topluyor.
Geçtiğimiz günlerde Yunanistan Eski Dışişleri Bakanı, Kazakistan ve İngiltere Büyükelçilerini konuk ettik. Bu gruplara kütüphaneyi gezdirmiştiniz. Onların izlenimleri nasıl oldu bizimle paylaşabilir misiniz?
Hepsinin izleniminin birincisi şuydu; “Bütün bu binanın hepsi kütüphane olarak mı yapıldı?” Bu önemli bir soru. Aslında konuklarımızı götürürken ben kendim de bu soruyu bekliyordum.
Şöyle ki, birçok üniversitede biliyorsunuz kütüphane hele hele Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin birçoğunda böyle nadiren bir kısmı hariç, yani istisnai birkaç isim sayılabilir onun dışındakiler kütüphane en son dikkate alınan, önem verilen birim oluyor. Ondan sonra yapılan binaların bir bölümü de kütüphane oluyor. Bu belki başlangıç için kabul edilebilir mazeret, yani bir sürü yatırım yapılıyor fiziki mekânlara, diğer alanlara, akademisyenlere bir anda her şeyi yapabilmek eğer arkasında çok büyük bir maddi güç yoksa kolay olmayabiliyor. Ama zamanla üniversitelerin üç, beş, on yıllık zaman dilimlerinden sonra artık ciddi ve güzel çalışma mekânlarına, kütüphane mekânlarına kavuşmaları lazım. Mesela Atılım Üniversitesinin kütüphanesinin bu açıdan olağanüstü bir yeri var, hakikaten fevkalade güzel bir yapı. Bir defa çalışma imkânları, fiziki imkânları itibariyle hem de estetik görünüşü açısından çok çok güzel ve yerinde, o yüzden de konuklar ilk onu soruyorlar. Yani bu binanın hepsi kütüphane olarak mı yapıldı. Evet, diyorum kütüphane olarak yapıldı, içinde başka bir şey yok. Sadece belki arka tarafında teknik, idari kısımlar var, ama onun dışında tüm bina kütüphane.
Zaten kütüphaneyi gezdikleri zaman onu görüyorlar. İşte yukarı katlar, aşağıda çalışanları, aşağıdaki katlardaki çalışma imkânlarının ne kadar rahat olduğu, grup çalışmalarının yapıldığı yerleri, ara veren öğrencilerimizin işte bir çay kahve içmek için kafeye geçmeleri, oradaki çok estetik bir şekilde hazırlanmış çok güzel dekorasyonu, kafenin varlığı, temiz bir şekilde hizmet veriyor olması bütün bunları gördüklerinde hakikaten çok etkileniyorlar, bu tabii çok göğsümüzü kabartan bir şey.
Günümüzde gelişen teknolojiyi düşündüğümüzde kütüphaneler sizce teknolojiye nasıl ayak uydurmalı ya da günümüz koşullarını düşündüğünüzde hayal ettiğiniz kütüphane nasıl olmalı?
Hayal etmek istemiyorum. Şu açıdan hayal etmek istemiyorum, şimdi benim bildiğim ve çok umutlu bir şekilde içinde çalıştığım bir kütüphane kavramı hızla giderek bir biçim ve içerik değiştiriyor. Sadece biçim değiştirmekle kalmıyor, içeriği de değişiyor. Şimdi giderek birçok kitabı internetten, elektronik ortamda indirebiliyor olmamız. Onları doğrudan kendi özel kütüphanemiz olarak bilgisayarlarımıza veya bu ek hard disklere filan depolayabilmemiz ki eşim bunu yapıyor, çok da iyi yapıyor. Yani bir anda bir kitap, bir makale lazım olduğunda ulaşabiliyoruz. Bu bir açıdan çok iyi bir şey, öbür açıdan da bu benim yıllarca özellikle de İngiltere’deyken büyük bir zevkle içinde çalıştığım bir kütüphane arşiv ortamının giderek ortadan kalkacağı korkusunu getiriyor bende. Ama Atılımdaki kendi kütüphanemizi gördükçe bunun böyle olmayacağını ikisinin bir arada artan bir oranda devam edeceğini görüyorum. Bu benim bildiğim klasik kütüphane devam edecektir diye ümit ediyorum. Ama en azından elektronik kütüphanecilik artarak mutlaka devam etse bile kütüphanelerin gene bir fiziki çalışma mekânları olan apayrı bir yer olacak ve olmaya da devam edecek diye düşünüyorum.
Eğitim programlarından bahsedersek Türkiye’de genel olarak eğitim sistemi ezbere dayalı bir sistem, öğrenciler bu eğitim sisteminden gelerek üniversite hayatına başlıyor. Araştırmada, bilgi üretmede zorlanıyor. Öğrencileri kütüphaneye çekmek, araştırmayı, bilgi üretmeyi öğretmek adına sizce ne gibi eğitim programlarına ihtiyaç var?
Şimdi ne gibi eğitim programlarına ihtiyaç var, tam olarak bende cevap veremem belki eğitimcilerle de konuşmak lazım, ama benim eğitimcilerden bildiğim intiba ya da bu kadar yıllık akademik hayatta gördüğüm şu; işte mesela üniversite hocaları diyor ki bu öğrenciler liseden yeterli gelmiyorlar. Lise hocaları diyorlar ki içinde kendi çocuklarımızda olduğu için efendim bunlar ortaokuldan iyi gelmiyor, eskiden böyle değildi. İşte ortaokul hocaları diyor ki ilköğretimden iyi gelmiyorlar. Oradan herhalde giderek ana sınıflara kadar onun da altında kreşlere kadar bir eleştiri var, hepsinin birbirine.
Öbür taraftan mesela ezbere dayanıyor konusunu ben mesela çok yaygın olarak benimseyen akademisyenler biri değilim, bence ezber çok önemli bir konu. Yani ezberlemek nedir, mesela işte ilkokuldayken kerrat cetveli derdik bir bunu ezberleyerek öğrenirsiniz, yani bunun başka bir mantığı yok. Birçok şey öğrendiğiniz mesela benim çok önem verdiğim bir alan yabancı dil konusu, büyük ölçüde ezberleyerek öğrenilir, işte görsel hafıza vardır. Kulaktan duymaya dayalı hafıza vardır. Yazarken oluşan bir el hafızası olduğuna inanırım. Eskiden biz çünkü yazardık, bilgisayar yoktu mesela köy okullarında Fransızca öğrenilirken geçirdiğimiz zamanları hatırlıyorum. İşte o Fransızca hikâye kitaplarından kelimeleri okuyarak ezberlerdik başka yolu yoktu. Ama şimdi imkânlar daha fazla, daha fazla yabancıyla karşılaşılabilir. İnternet üzerinden çok daha fazla imkân sağlanabilir. Ama neticede gene de ezber lazımdır.
Burada belki söylenmek istenen şu herhalde öğrencilerin düşünmeye yöneltmek, öğrencileri öğrendikleri bilgiyi yoğurmaya, kendi kafalarında ayrıca şekillendirmeye yöneltmek nasıl sağlanabilir?
Burada da ben şöyle görüyorum, kendi alanlarımızdan önce bilgiyi edinmeli öğrenciler bu arada onların arasından böyle küçük küçük onların anlayacağı, kavrayacağı ve onları harekete geçireceğini düşündüğümüz soru işaretleri bırakmalıyız. Onların içinden bazı öğrenciler birinci sınıfta, bazı öğrenciler ikinci sınıfta, bazıları üçüncü sınıfta ama mutlaka hepsi bu öğrenim hayatının bir döneminde o soru işaretlerini yakalamaya, anlamaya başlıyor. Onlar üzerine eğilmeye başlıyor. Birinci sınıfta başlayan erken başladı, çok yol aldı anlamına gelmiyor, bazen. İkinci sınıfta başlayan bir anda o kadar artan bir hevesle gidiyor ki üzerine birinci sınıftaki kaçırdığı dönemin kaybettiklerini kapatmak için daha hızlı yol alıyor, mesela bunları da görüyoruz.
Tabii bütün bunlar kütüphaneye nasıl yansıyacak? Eminim olumlu yansıyacak. Fakülte öğrencilerimizden ve bölüm öğrencilerimizden görüyorum, kütüphanede çalışmaktan çok mutlu oluyorlar. Çünkü kütüphane hakikaten güzel fiziki ortamlar sunuyor onlara. Sizler de çok iyi hizmetler sunuyorsunuz, bu da yan yana geldiğinde öğrenciler kütüphaneden memnun ayrılıyorlar. Bugüne kadar kütüphaneden şikâyet eden bir öğrenci ya da bir öğrenci grubuna rastlamadım, bizim fakülte itibariyle.
Hatta son zamanlarda şunu görüyorum ve memnun oluyorum. Bazı akademisyenler bizim fakültemizin hocalarının eşleri, yakın tanıdıkları, dışarıda doktora yapan bazı öğrenciler bizim kütüphaneye gelip çalışmayı tercih ediyorlar, bu da ayrıca gurur verici bir gelişme.
Yayın Kurulu: Prof.Dr. İsmail Bircan, Uzman Nilüfer Ünal, Osman Kutlu
Editör: Gülden A. Pınarcı
İçerik Yöneticisi: Hakan Kolcu
3 Ayda bir yayınlanır.