Ana Sayfa » Yıl 9, Sayı 32 (Ocak 2014) » BİLİM VE TEKNOLOJİ GELİŞİR SANAT DEĞİŞİR (I)
MAKALELER
BİLİM VE TEKNOLOJİ GELİŞİR SANAT DEĞİŞİR (I)*
Doç. Dr. Erdem Ünver
Atılım Üniversitesi
Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi
İnsan dünyayı keşfetmeye sanatla başladı. Biçim verme isteği, bütünüyle estetik bir amaca dönük olmadan yaşamı anlamlı ve değerli kılmanın yöntemiydi. Düşünce düzeyinin yönlendirdiği biyolojik yeterlikle maddeyi işlerken elini, doğada var olan taşı ve başka maddeleri araç olarak kullandı. Mağara duvarlarındaki resimler, bereket sembolü tanrıça heykelcikleri, avlanmayı sağlayan kesici- delici uçlar ve basit kap- kacak insanlığın varlığa kattığı ilk ürünlerdi.
Bütün bunlar maddeyi, bir anlamda dünyayı tanımanın, yaşamı kolaylaştıracak yeni biçimler bulmanın tek ve en anlamlı çabasıydı. İnsan isimlendirmediği sanatı kendisi için oluştururken en alt düzeyde teknolojinin de oluşmasını sağladı. Sınama yanılma yoluyla, yaşayarak başardı ve öğrendi. Her öğrenilen şey varlığın sırlarını çözüm yolunda atılmış bir adımdı. Öyle ki yapılan her form, öğrenilen her bilgi doğadaki verileri değerlendiren insanın, on binlerce yıl sonra ulaşacağı modern yaşamın, bilim çağının temellerini oluşturdu. İmge ve gerçeklik arasındaki ayrımı fark etmeden, imgelerin etkilerine ilişkin örnekleri sundu (Gombrich 1976: 22). Sanat, teknoloji ve bilimin bu anlaşılabilir birbirine yakın serüveni başladığı aynı anlam bütünlüğünü korumasa da bugün de devam ediyor. Başka bir deyişle günümüzde bilim, teknoloji ve sanatın doğaları, biçim dilleri, toplumsal işlevleri ne kadar farklı olsa da beraberlikleri giderek artıyor (İpşiroğlu 1995:35). Bilim akılla varlığa yönelerek bilgiyi keşfediyor, yenileniyor. Teknoloji bu bilgileri kullanarak yaşama katıyor, yenileniyor. Sanat duyguların eşliğinde akılla ürünler veriyor ve yenileniyor.
Her üçünün de diğer ortak yönleri insana dönük ve yararcı oluşlarıdır. Bilim ve teknolojideki yarar yaşam düzeyini yükseltiyor, doğaya karşı üstün gelmenin aracı haline dönüştürülüyor. Bu üstünlük çoğu zaman zarar boyutunu ön plana çıkartmakla birlikte önemli bir ekonomik güce sahiptir. Duyuşsal alana hitap eden sanat ise, sosyal kültürel yaşantı ortamında ekonomik metaya dönüşür. Bilim ve teknoloji nesnel doğrularıyla tüm insanlığı kucaklayan genel geçerliğe sahipken, sanat öznel yapısında kişiye göre değişen değerleri ifade eder. Bilim ve teknolojideki yenilenme gelişmeye, sanattaki yenilenme değişime dönüktür.
Aslında değişim ve gelişim tüm varlığa özgü kavramlardır. Primitif kültür düzeyinden bilimsel teknolojik döneme değin zamanın ruhuna, mantığına uygun ilişkilerin sonucu oluşurlar. Doğal nedenlerle gerçekleşebileceği gibi, insan davranışlarına bağlı etkilerle de sürece dönüşebilirler. Evrende insanüstü güçlerle meydana gelenler bir yana bırakılırsa, insanın neden olduğu değişim, dönüşüm ve gelişmeleri farklı perspektiflerden değerlendirmek mümkündür. Üzerinde varlığını sürdürdüğü doğanın önemli bir parçası olan insan, muhtaç olduğu doğayı neden, ne adına değiştirir? Bu değişim geri dönülmeyecek bir dönüşümün ve sonun nedeni değil midir? Doğayı neler değiştiriyor, neler doğayla barışın, neler savaşın aracıdır? Ya da neden savaşın aracı haline dönüştürülüyor? Bilim, teknoloji ve sanat insana ve doğaya neler katıyor, neleri alıp götürüyor? Bu benzeri sorular çoğaltılabilir ve üzerinde tartışılabilir. Ancak biz bilim, teknoloji ve sanat kavramları arasındaki var olan ilişkiye yazı başlığı mantığında resim sanatı boyutunda örneklerle değineceğiz.
Bugünün bilimi ve teknolojisi geçmişin tüm bilimsel ve teknolojik olgularını gelişim sürecinin aşamaları olarak kabul eder. Eski olan bugün kullanılabilirlik özelliklerini büyük ölçüde kaybetti. Oysa primitif, arkaik, klasik, barok ve daha sonraki dönemlerin sanatsal anlatım teknikleri hala kullanılmaktadır.
Gerek pozitif bilimler, gerekse sosyal bilimlerde oluşan bilgi birikimleri çok sayıda branşı ortaya çıkarttı. Her dal kendi disiplinlini geliştirdi ve bilim insanları bunlardan ancak birisinde uzmanlaşabildi. Bilim alanındaki uzmanlaşmaya paralel olarak sanat dünyasında da uzmanlaşmalar gerçekleşti ve sanat bazı anlatım tarzlarıyla toplumdan uzaklaştı. Anlamak için eğitim ve özel çabalar gerektiren noktalara geldi. Bilim ve teknoloji gelişerek, sanat değişerek toplumdan uzaklaştı (Ünver 2013: 35). Modern kavramı ile nitelendirilen sanatın doğanın dış görüntüsünden sıyrılarak resim düzenlerinin oluşmasına yarayan özü, kendi iç dünyasının zorunluluklarından arınması ve tarihsel biçim yaratma tecrübeleri, onu güçlendiren birer kaynak olarak değerlendirdiğini düşündürür (Tansuğ 1976: 77).
Primitif insanın kesici aletler yapmakta kullandığı ilkel teknik bugün yerini bilgiye dayalı gelişmiş teknolojik üretim biçimine bıraktı. Aynı primitif insanın resim yaparken kullandığı kömür bugün aynı amaçla kullanılmaktadır. Benzer örnekleri sözü edilen tüm kültür dönemleri için çok yönlü vermek mümkündür. Arkaik, klasik, barok dönem bilim ve teknolojisi bugünle kıyaslanamayacak ölçüde ilkeldir. Ancak o dönemlerde verilen sanat ürünleri bugün hayranlıkla izlenmekte ve astronomik ölçüde parasal değerler ifade etmektedirler. Sanatın bu yönü onun değişim gerçeğini belirleyen ontolojik yapısından kaynaklanır.
Felsefenin yönlendirdiği düşünce kalıplarından pozitif bilimle kurtulan, bilime dayalı bilgiyi yukarılara taşıyan insanlık var olan değişim, dönüşüm ve gelişim sürecini hızlandırdı. Varlığın iç gizlerini açığa çıkartarak, teknolojiye verdiği bilgilerle genelde yaşamı değiştiren bilim, özelde sanatın da değişmesini hızlandırdı.
Bilim bilinmeyeni bilinir, görünmeyeni görünür hale getirirken, görüneni, bilineni yansıtan sanat da süreç içinde yeni biçim diliyle geleneklerin dışına çıktı. Yansıtmacılığın dar kalıplarını aşarak sanatsal yaratıcılığın farkına vardı. Artık görünen önemli değil, yeni biçimler, yeni ilişkiler kurmak önemliydi. Bilim düşünceleri, teknoloji yaşamı değiştirirken, sanat yeni düşünce, duygu ve teknolojik olanaklarla bu değişime ayak uydurdu. Kısaca ifade etmek gerekirse yeni dönemi hayaller ve yeniden oluşturma isteği belirledi (İpşiroğlu 1993: 14).
Sanatta değişmez değerler yoktur. Bu nedenle sonsuzdur, çeşitlidir, zengindir diyen Fischer; sanattaki sistemin sanatçıya özgü olduğunu, sistem oluşturan mantığın çağlara göre değiştiğini ifade ederek, geçmişten bugüne uzanan sürecin mantığına vurgu yaptı (Fischer 19: 14).
Sayı, ölçü kavramlarının gelişmesi, devletin başında güçlü bir yöneticinin bulunması arkaik kültürde anıtsal eserlerin yapılmasını sağladı. Hümanizmin önem kazandığı Antik Yunan ve Roma döneminde klasik sanat sistemi o tarihsel anın ifade biçimi oldu. Krallıkların büyüyerek imparatorluk düzeyine ulaşması, zenginleşmesi lüksün, gösterişin yaşantıya girmesi Barok sanatın doğmasını sağladı. Fransız devrimi ile sembolleşen özgürlük ortamında sanatçı da özgürleşti. Daha önce dinin, yönetimin, zenginin görev verdiği sanatçı 18. Yüzyılın sonlarında kendi duygularını anlatabildiği romantizmin kapılarını araladı. İtaat eden insan yerini eleştiren, başkaldıran insana bıraktı. Toplumsal beğeni kriterleri, sanatçı iradesi ve hayallerine karşı kaybetti. 1818 yılında ‘’sanat için sanat’’ düşüncesini açıklayan Victor Coussin; din din için, ahlak ahlak için, sanat sanat için diyerek yeni bir konumlama yaptı (Tunalı 1999: 30).
*(Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, 11.10.2013 tarihinde yayınlanmıştır.)
Yayın Kurulu: Prof.Dr. İsmail Bircan, Uzman Nilüfer Ünal, Osman Kutlu
Editör: Gülden A. Pınarcı
İçerik Yöneticisi:
3 Ayda bir yayınlanır.