31 Yıl:
8 Ekim
2013 ISSN:
1306-3472

Ana Sayfa » Yıl 8, Sayı 31 (Ekim 2013) » A.Ü.REKTÖRÜ PROF. DR. ABDURRAHİM ÖZGENOĞLU

SOHBET KÖŞESİ

                                                                           Gülden A. Pınarcı gpinarci@atilim.edu.tr

                                                      Onur Karagöz okaragöz@atilim.edu.tr

 

ATILIM ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR. ABDURRAHİM ÖZGENOĞLU

 

 

Bu sayımızın Sohbet Köşesi’nde Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu’na yer verdik. Yeni eğitim öğretim yılına girdiğimiz bu günlerde Sayın Özgenoğlu ile samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Üniversitenin en önemli hedeflerinden birinin araştırma üniversitesi olmak olduğu belirten Özgenoğlu, düşüncelerini şu şekilde ifade etti:

Üniversitelerin asli görevlerinden bir tanesi de araştırma yapmak, yani bilgi üretmek olması gerekir. Biz 2007’de 13. yılımızı kutlarken vizyonumuzu araştırma üniversitesi olarak takdim etmiştik, o günden bu yana da ciddi çabalarımız oluyor. Bu çabalardan biri de araştırma üniversitesi olarak öğretim elemanlarımızı ve öğrencilerimizi bu işin içine katmak. Bunun için gerekli yönetmelikleri çıkardık.


 

Sohbet köşemizin bu sayıdaki konuğu Atılım Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu.  Röportajımı kabul ettiği için kendisine çok teşekkür ediyorum. Sayın Özgenoğlu biz sizi yakından tanıyoruz ama yeni tanıyacaklar için Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu kimdir?  Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

Önce hoş geldiniz.  Kendimi size şöyle tanıtayım.  Ben bir memur ailesinin en büyük çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldim.  Biz üç kardeşiz. İlkokulu Karabük’te bitirdim, ortaokul ve liseyi Konya’da tamamladım. Daha sonra ODTÜ Maden Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitimi aldım ve 1969 yılında mezun oldum. 1970 yılında aynı bölümde, o zaman asistan deniliyordu, şimdi araştırma görevlisi deniliyor, asistan olarak akademik kariyerime başladım. Master ve doktoramı yine ODTÜ Maden Mühendisliği’nde tamamladım. 1986 yılında doçent 1993 yılında profesör oldum. ODTÜ’den 2003 yılında emekli oldum ve Atılım Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak görev aldım.

 

Atılım Üniversitesi’ne ilk geldiğiniz 2003 yılını düşündüğünüzde o zamandan bu yana geçen süreci değerlendirecek olursanız nasıl değerlendirirsiniz?

Ben 2003 yılı Mart ayında Atılım Üniversitesi’ne gelmiştim. 2003 yılındaki dokümanlara baktım, o yıl üniversitemiz 3 fakülte altında 15 bölüm ile eğitim veriyormuş. Mühendislik Fakültesi’nde 6 bölüm varmış, İşletme Fakültesi’nde 6, Fen Edebiyat Fakültesi’nde 3 bölüm varmış. Öğrenci sayılarını da 2500 civarında olduğunu tahmin ediyorum.

Bugün 2013-2014 akademik yılı açılışını yaptık 17. yılımıza geldik, hâlihazırda 5 fakülte var, 2 yüksekokulumuz var, toplamda da 37 bölüm var. Dolayısıyla Atılım Üniversitesi adına yakışır bir “atılım” yaparak 17. yılına gelmiş.

Peki, gelecekte açılması planlanan bölüm veya fakülte var mı?

Hâlihazırda sonuçlanmasını beklediğimiz bir Tıp Fakültesi var. YÖK’e Tıp Fakültesi açma konusunda başvuruda bulunduk ama sonuçlanmadı. Dolayısıyla önümüzdeki ilk hedefimiz Tıp Fakültesi’ni hayata geçirmek olacak. Fakülteler altında açılacak bölümler var ama henüz bunlar olgunlaşmadığı için bunlardan bahsetmiyorum ama mutlaka üniversite gelişimini sürdürecektir.

Atılım Üniversitesi’nin Türkiye’deki diğer üniversitelerle kıyaslarsak üniversitemizi hangi konumda ve nerede görüyorsunuz?

Bu konu son yıllarda önem kazandı. Üniversite sıralamaları diye bir sistemden bahsediliyor ve bununla ilgili üniversiteleri puanlandırıyorlar, sıralandırıyorlar. Sanırım dünyada şu an sekiz sıralama sistemi var.  Bunların bazılarında zaten Türk üniversitelerinin hiçbiri yer alamıyor. Çinlilerin geliştirdiği bir sıralama sistemi var, sadece İstanbul Üniversitesi yer alabiliyor.

Başka sıralama sistemleri var.  Mesela ODTÜ’nün geliştirdiği sıralama sistemi UARP var. Atılım Üniversitesi uluslararası sıralamalardaki yerini takip ediyor. Bunlardan bir tanesi Webometrics dediğimiz üniversite sıralama sistemidir. Bu Webometrics dünyadaki 20.000 üniversiteyi sıralıyor; yılda iki defa ocak ve temmuz aylarında yapıyor.  Biz bunları yakından takip ediyoruz. Şu anda sayısal olarak hatırlamam mümkün değil ama şunu söyleyebilirim: Webometrics dediğimiz sıralama sistemi, daha birçok sıralama sistemleri var, üniversitemiz, 1500-2000'inci sıralar arasında yer alıyor. Bu şu anlama geliyor: 20.000 üniversite olduğuna göre %10’u 2000’ler oluyor, bizde ilk %10’a girmiş oluyoruz.

Yine tabi bu sıralama sistemlerinin Türkiye’deki yansımaları oluyor. Türk üniversiteleri içinde vakıf üniversiteleri arasında Atılım Üniversitesi kaçıncı sıraya geliyor? Burada da şöyle bir tespitte bulunabiliriz. Vakıf üniversitelerinin şu anda sayısı 68, hatta 70’e ulaştı.  Vakıf üniversitelerinin arasında Atılım Üniversitesi hep ilk 10’un içinde yer alıyor. Toplamda devlet artı vakıf 170 üniversite oluyor.  Bunların arasında da 50-55’ler civarında, demek ki ilk üçte birin arasında yer alıyoruz. Dolayısıyla Türkiye’deki vakıf üniversitelerinin içinde ilk 10’un içindeyiz. Devlet artı vakıfta ilk üçte birin içindeyiz. Dünyadaki üniversiteler baktığımızda da ilk %10’un içindeyiz.

Geçen sene bilim sanayi ve teknoloji bakanlığının girişimci ve yenilikçi üniversite endeksi oluşturdular. TÜBİTAK'la birlikte 2012 yılında 50 üniversiteyi girişimci ve yenilikçi üniversite diye sıraya koydular.  Bu 50 üniversite içinde Atılım Üniversitesi geçen sene 26. sıradaydı, yine bu sıralamada vakıf üniversiteleri arasında 9. sıradaydı. Bu sistem bu sene yine tekrarlandı.  Bu seneki sıralamada 20. sıraya yükseldik, vakıf üniversiteleri arasında da 8. sıraya yükseldik.

Bu girişimci ve yenilikçi üniversite sıralamasındaki 50 üniversiteye şöyle bir imkân tanıdılar. Teknoloji Transfer Ofisi adı altında bir ofis kurma imkanı tanıyor ve TÜBİTAK bunlara destek veriyor. Biz geçen sene başvurduk ama ilk 10’a giremedik.  Bu sene tekrar başvurmayı düşünüyoruz. Dolayısıyla burada önemli olan şudur:  Bu ilk 50 üniversite arasına girmek ve sıralamada yerimizi yükseltmek geçen seneyle kıyasladığımız zaman hem 50 üniversitenin içinde 6 basamak, vakıf üniversitelerinin içinde 1 basamak yükselmiş oluyoruz.

Atılım Üniversitesi’nin en önemli hedeflerinden biri araştırma üniversitesi olmak.  Bu hedefleri gerçekleştirirken uygulanan projelerden ve alınan sonuçlardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Üniversitelerin asli görevlerinden bir tanesi de araştırma yapmak, yani bilgi üretmek olması gerekir. Biz 2007’de 13. yılımızı kutlarken vizyonumuzu araştırma üniversitesi olarak takdim etmiştik, o günden bu yana da ciddi çabalarımız oluyor. Bu çabalardan biri de araştırma üniversitesi olarak öğretim elemanlarımızı ve öğrencilerimizi bu işin içine katmak. Bunun için gerekli yönetmelikleri çıkardık.

Bilimsel çalışmalar yapan hocalarımıza sağlanan kaynakları, verilen destekleri arttırdık. Mesela yayın desteğimiz vardır; makale başına öğretim elemanlarımıza belli bir ödül veriyoruz. Bunlardan belki daha da önemlisi 2010-2011 yılında başlattığımız üniversitemiz destekli araştırma projeleri, araştırma destekleri bunları yine konuşmalarımda ben sık sık dile getiriyorum.  Bunlar kısaca BAP dediğimiz Bilimsel Araştırma Projeleri, ALP dediğimiz Araştırma Laboratuarı Projeleri Programı ve LAP dediğimiz Lisans Araştırma Projeleri programları gibi programlardır. Bu desteklere öğrencilerimiz de dâhil; çünkü öğrencilerimiz bu projelerin içinde yer alıyor. Bu projelere araştırma kültürümüzün yeşermesi için destek sağlıyoruz. Buradaki amaç bunu özellikle ALP için söylemekte fayda var,  burada araştırma alt yapısını kurmaya çalışıyoruz ki öğretim elemanlarımız dışarıdan, dış kaynaklı projeler, destekler alabilsinler. Çünkü genellikle bu tür dış kaynaklı projelerde araştırma alt yapısının olması isteniyor.

Dolayısıyla şu anda o desteklerimiz devam ediyor.  Bu sene dördüncü yılına giriyor bu destekler. Bu destekler önemli ama biz dış kaynaklı projelerin de mutlaka üniversitede yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. TÜBİTAK projelerimiz var. Bu araştırmalar hemen bir iki senede sonuç vermiyor. Mesela ALP projelerinden sonra dış kaynaklı proje bulunması gerekiyor. ALP projesi devam ediyor ama bunun devamında da TÜBİTAK’tan veya Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı projeleri mutlaka gelecektir. Bu çalışmalar bir de yayınlara dönüşüyor, bu çalışmaların sonunda makaleler yazılıyor. Daha dördüncü yılımızdayız, önümüzdeki yıllarda daha önemli büyük çalışmalar gelecektir diye düşünüyorum. 

Atılım Üniversitesi’nde yer alan üniversite ve sanayi iş birliğine yeni bir boyut getiren Türkiye’de ilk olma niteliği taşıyan Metal Şekillendirme Mükemmeliyet Merkezi var. Bu merkezden ve çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz?

Bu merkez 2010 yılı Nisan ayında faaliyete geçti, 3 yılını tamamladı.  Merkezin yapısından kısaca bahsetmekte fayda var. Bu merkezde yönetim kurulu diye bir kurul var.  Bu kurulda 9 sanayi temsilcisi, 6 üniversite temsilcisi yer alıyor. Yönetim kurulu merkezinin üst yönetimi olup karar organıdır. Bu yönetim kurulundaki 9 üye sanayi temsilcisidir. Mesela onlardan bir tanesi TAI'den, Tofaş’ı temsil eden üyemiz var, Ereğli Demir Çelik’i temsil eden üyemiz var, Ostim’i temsil eden Ostim Başkanı var.  Dolayısıyla bu merkezin yürütülmesinde sanayiyle iç içeyiz.

Bu merkezin bir diğer özelliği de bu birinci FAZ dediğimiz proje 3 yıl içinde tamamlandı. Geçtiğimiz yıl, 2012 yılında da ikinci FAZ’ını başlattık. İkinci Faz’da da yine Kalkınma Bakanlığı'ndan (DPT) destek aldık.  Bu merkezin eksikleri vardı tabi, bir de teknoloji gelişiyor, bu gelişmeye yönelik bir takım cihazlara, donanımına ihtiyaç vardı, onlar tamamlandı. Dolayısıyla şu anda ikinci FAZ yürürlükte. Bu merkezin esas amacı sanayiye hizmet etmek. Bizim sanayiyle olan ara yüzümüzü bu merkez sağlıyor. O bakımdan biz bu merkezin sanayiye önemli faydaları olduğunu, artan kaynakları, imkânları açısından olmaya devam edeceğini söylemek istiyorum. Şu anda da merkezde ilgili çok önemli projeler yürütülüyor.

Atılım Üniversitesi’nde mezun olan öğrencilerin %92’si istihdam ediliyor. Bu da kuşkusuz üniversitemizde verilen eğitimin kalitesinin bir göstergesi. Bu doğrultuda üniversitemizde teknik eğitimin yanında uygulamalı eğitim faaliyetleri nelerdir?

Biraz önce söylediğim gibi bu araştırma destek programlarından bir tanesi de LAP (Lisans Araştırma Projeleri),  o da tabi bu uygulamalı eğitimin bir parçası olarak düşünülebilir.  Uygulamalı eğitimin dediğimiz zaman tabii burada da öğrenciler hocaların kontrolü eşliğinden birtakım projeler yapıyorlar, yürütüyorlar, geliştiriyorlar.  Ama onun da ötesinde üniversitemizde 115 tane laboratuar var.  Bu laboratuarların büyük bir kısmı eğitim laboratuarı, tabi araştırma laboratuarları da var. Dolayısıyla biz sadece teknik eğitim vermiyoruz. Bütün fakültelerimizde, Mühendislik Fakültesi ağırlıklı olarak bu laboratuar eğitimine önem veriyoruz. 

Psikoloji Bölümünün ve Mütercim Tercümanlık Bölümünün de laboratuarları var. Uygulamalı eğitimin en önemli ayağı bence laboratuarda yürütülen eğitimlerdir. Tabi bu yeterli değil. Her alanda da bir laboratuar söz konusu olmayabilir. Mesela İşletme Fakültemizde Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü var.  Bu bölümüm Ankara Lojistik Üssü’nde laboratuarı var. Her hafta oraya gidip eğitim görüyorlar. Dolayısıyla laboratuarlarda verilen eğitimler Mühendislik Fakültesine has bir şey değil. Bunlar Mütercim Tercümanlık ve Psikoloji Bölümü için de geçerli.

Bir de stajlar var. Stajlar çok önemli yer tutuyor. Mühendis Fakültesinde yer alan bütün bölümlerin stajı var. Mezun olana kadar iki defa staj yapıyorlar. Bu akademik yıldan itibaren de İşletme Fakültesine staj zorunluluğu getirildi. Öğrencilerimiz staj yapacaklar. Sektörlerde bilgi ve görgülerini geliştirecekler. Bunun dışında birçok bölümde bitirme projeleri var. Bunlar da bir anlamda uygulamalı eğitim oluyor. Dolayısıyla uygulamalı eğitim konusu sadece teknik alanda değil, diğer alanlarda da yürütülüyor.

Atılım Üniversitesi’nin geleceğe yönelik planları için neler söyleyebilir siniz?

Artık üçüncü kuşak üniversitelerden bahsediliyor. Üniversitelerde sadece eğitim-öğretim ve araştırma yapmak da, tek başına yetmiyor. Bilimsel araştırmalar yapmak, bilgi üretmek zorunda; fakat üniversitelerde yapılan çalışmaların, araştırmaların ticari buluşa, yani patente dönük çalışmalar olması gerekiyor. Ticari buluş da yetmiyor artık, bundan ürüne geçilmesi gerekiyor.

Dolayısıyla üçüncü kuşak üniversitelerin bir zorunluluğu olarak, ortam onu gerektirdiği için, aslında doğru olan da odur, ülkenin kalkınması da bu şekilde mümkün olacaktır;  mutlaka bu bilimsel araştırmaların öncelikle bu ticari buluşa, daha sonra da bunlardan ürüne dönüşmesi gerekiyor.

Üniversitemizde bu yıl Teknoloji Geliştirme Merkezi (TEKMER) açtık. Bu merkezler inkübasyon merkezleri, yani bir anlamda kuluçka merkezi oluyor. Burada küçük şirketler oluşuyor. Bu merkezi KOSGEB destekliyor. Dolayısıyla bu merkezde şirketler gelişiyorlar, büyüyorlar. Daha sonra bunlar Teknopark’larda faaliyetlerini sürdürüyorlar. O bakımdan biz üniversite olarak bu tür şeylere daha önem vermeye başladık.

Ayrıca, Teknoloji Transfer Ofisi’nin kurulması için çabalarımız var. TEKMER zaten kuruldu. Üniversitemizin sağladığı araştırma destekleriyle tüm bunların mutlaka bu yolla kanaliz olması gerekecek. Belki de üniversitelerin topluma hizmet misyonunun bir parçası olarak da bunu yapmamız gerekiyor.

Atılım Üniversitesi Rektörü olarak göreviniz süresince yaşadığınız ilginç bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Şimdi tabi o kadar çok yaşanıyor ki bu anlar. Ben belki farklı bir şey olsun diye anı değil de ilginç bir andan bahsedeyim. İnternette zaman zaman videolar dolaşır, hayvanlar arasındaki birtakım ilişkiler görüntülenir. Mesela kedi ile köpek dost olmuştur. Ben de üniversitemiz kampüsünde böyle bir şey yaşadım. İki-üç yılı geçti herhalde, üniversitemizde biliyorsunuz köpekler var, bizim güvenlik görevlilerimize de yardımcı oluyorlar. Köpekler zaman zaman da kampüs içinde dolaşırlar.

Üniversitemizde bir de bazı yörelerde alakarga derler ama genelde bilinen adıyla saksağanlar var. Aslında bu saksağanlar çok akıllı hayvanlardır. Aslında karakarga dediğimiz kargaların da böyle birtakım özellikleri vardır.  Bu saksağanlar kedi köpek gördükleri zaman alarm durumuna geçerler ve birbirlerini haberdar ederler, çığlık çığlığa bağırırlar. Yine bir gün saksağanların sesini duyunca pencereden baktım ne oluyor diye; çünkü genellikle bağırdıkları zaman ağaçların altında ya kedi ya da köpek vardır. Onlar onun üzerinde dolaşırlar, onları kaçırtmaya çalışırlar. Bir baktım bir köpek çimlerin üzerinde duruyor, etrafında da iki tane saksağan dönüyor, bir taraftan da bağırıyorlar ve köpeği taciz etmeye çalışıyorlar, kuyruğunu çekmeye çalışıyorlar, tabi hayvan arkasını dönene kadar kaçıyor, uzaklaşıyorlar. Bu böyle dakikalarca devam etti, ben de büyülenmiş bir şekilde bu olaya baktım. Sonra kendi kendime video çekmedim diye üzüldüm. Böyle ilginç bir an. Bunu ben anı olarak değil, ilginç bir an olarak paylaşmak istedim.

Sayın Özgenoğlu son olarak, eğitim yıllarınıza dönüp baktığınızda kütüphaneyle ne zaman tanıştığınızı hatırlıyor musunuz?  Bir akademisyen olarak topluma okuma alışkanlığının kazandırılması, kitabı ve kütüphaneyi toplumun merkezine dönüştürme konusunda neler söylemek istersiniz?

Kütüphaneyle ben aslında lise yıllarımda tanıştım. Belki geç bir zaman olarak düşünülebilir. Benim kütüphaneyle tanıştığım yıllardan bugüne kadar bence çok fazla bir değişiklik olduğunu düşünmüyorum. Hala daha kütüphaneler çok fazla kullanılmıyor. Kütüphanelerden yararlanılmadığı düşünüyorum. Bu tabi beni ister istemez okuma alışkanlığımız yok noktasına getiriyor. Sizler de gitmişseniz mutlaka görmüşsünüzdür, batıdaki ülkelerde metroda, otobüste insanların sürekli bir şeyler okuduğu, ellerinde küçük kitaplar olduğunu görürsünüz.  Hatta öyledir ki ayakta bile çantasından çıkarıp seyahat ederken bile kitap okuyorlar.  Dolayısıyla bu alışkanlığın küçük yaşlarda kazandırılması, kazanılması gerektiğini düşünüyorum. Burada tabi ailelere önemli görevler düşüyor. İlkokulda mutlaka çocuklarımıza bu okuma alışkanlığının kazandırılması gerekiyor. 

Ben burada görsel medyayı suçlamak istiyorum; televizyon, internet olsun görsel medyanın sunduğu imkânlar okuma tembelliği yaratıyor, insanları okumaktan alıkoyuyor. O bakımdan bu alışkanlığın küçük yaşlarda kazandırılması, çocuklarımızın, gençlerimizin teşvik edilmesi gerekiyor.  Dolayısıyla anne, baba ve öğretmenlere önemli görevler düşüyor diye düşünüyorum.

Sahibi: Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu
Yayın Kurulu: Prof.Dr. İsmail Bircan, Uzman Nilüfer Ünal, Osman Kutlu
Editör: Gülden A Pınarcı
İçerik Yöneticisi:
3 Ayda bir yayınlanır.