31 Yıl:
8 Ekim
2013 ISSN:
1306-3472

Ana Sayfa » Yıl 8, Sayı 31 (Ekim 2013) » KALENİN BAĞRINDA YAŞATTIĞI BİR KÜLTÜR: TİL-TUR KÜLTÜREVİ

Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 13.05.2013 105421-001.jpg

ANKARA DOSYASI

 

 

KALENİN BAĞRINDA YAŞATTIĞI BİR KÜLTÜR: TİL-TUR KÜLTÜREVİ

Gülden A. Pınarcı
gpinarci@atilim.edu.tr

 

Bültenimizin bu sayısında Ankara’yı eteklerinde yaşatan, koruyan, çok sayıda medeniyete kucak açan, aynı zamanda çok sayıda medeniyeti uğurlayan Ankara Kalesi’ni ziyaret ettik. Kalenin içinde yaşattığı bir kültürevi dikkatimizi çekti. Til-Tur Kültürevi adını taşıyan bu mekân Kırım kültürünü yansıtıyor. Kültürevi sahibi Hicran Aktaş Şenkal, Ankaralı Çilingir Kerim Efendi’ye ait olan evi 1996 yılında onardığını ve bu tarihi yapının içini büyükannesinden kalan el dokuması duvar süslemeleriyle bezediği dile getirdi. Kalede yaşanan değişimlerin canlı tanıdığı olduğunu belirten Şenkal, bizlerle kaledeki değişimleri, kültürevini ve yaşamını paylaştı.

“Ankara’da aşağı yukarı eğitimci olarak 20-25 sene geçirdim. Bu arada Altındağ ilçesindeydim, burada olduğum için gerek ilk meclis, ikinci meclis zaten yeni meclise biz öğrenciyken 60 yılında gidiyorduk, tarihi yerlerle ilgili geziler yapıyordum.  Buranın bu şekle nasıl geldiğinin canlı tanığıyım.

1993 yılında Turgut Özal’ın vefatı üzerine emekli olarak Kale’ye geldim ve araştırmalara başladım.”

 

Öncelikle röportajımızı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Büyük bir zevkle memnuniyetle, böyle güzel bir çalışma yapıyorsunuz katkımın olması beni memnun eder.

Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 23.09.2013 152252.jpgÖncelikle sizi tanıyabilir miyiz Hicran Aktaş Şenkal kimdir?

B en 1942 yılında Polatlı’da doğdum ve bu sebepten dolayı Sakarya şehitlerini yakındaki bir evi kültür evi olarak düzenledim. Bu evin adını da annem ve babamın adı Yakup Feride Aktay Kültürevi olarak oluşturdum.  Sakarya Savaşı’nın şöyle bir özelliği var: Doğu medeniyeti olarak 1683’ten beri gerilememizi Ankara’ya 50 km. kala bu noktada durdurabildik. Asıl eski Polatlı köyünde Yunan işgali mevcuttu, Polatlı demir yolunu kaybetmemiştik.  Ben Polatlı doğumluyum; fakat annem eski Polatlı işgalini yaşayan bir çocuktur, orada da 41 tane şehit vardır. Çünkü köy düşman işgali altında, bizim askerlerimiz şehit edilmiştir.

Ben tarihçiyim ve bu mekânı müze yapmam önemliydi. Bizim zamanımızda 1955 yılında orta birinci sınıfa halamın ve Hasan öğretmenimin sayesinde girebildim, yoksa kız çocuklarını okutmuyorlardı. Tarihçi olan halam 1955 tarihinde beni bu sebepten dolayı İstanbul’a götürmüştü. 6-7 Eylül olaylarında ben İstanbul’daydım ve bunun belgesini hala muhafaza ediyorum. Ortaokulu bitirdikten sonra Konya Öğretmen Okulu’na sadece Polatlı’dan ben gidebildim ve orada 2 sene okudum. Konya Öğretmen Okulu’ndan da yalnız başıma o yılın temsilcisi olarak Yüksek Öğretmen Okulu’na, Sıhhiye’deki Atatürk Lisesi’ndeydi o zaman, geldim. Böylece 1960’larda askeri olayın da içine düştüm.

Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 23.09.2013 153527.jpgHer ne kadar Ankara’ya bağlı Polatlı’da doğmuş olsam da 2 sene Konya’da yaşamışlığım var. Konya’dan da Ankara’ya gelişim 1960’tır. 1960 yılından itibaren ben 5 sene Yüksek Öğretmen Okulu’nda okudum.  Bu dönem içerisinde tabii hep tarihle haşır neşir olduk, tarih o dönemde de pek arzu edilen bölüm değildi, hatta Konya Öğretmen Okulu’ndan rahmetli matematik hocam Feride Hanım “Çok pişman olacaksın hiç para kazanamayacaksın, niçin illa tarih diye tutturdun?” dedi.  Ben bunu istiyorum demiştim ve gerçekten severek okudum.

1965 yılında Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra ben yurt dışına gitmeyi arzu ediyordum. Fakat o dönemde, tabi şimdi de öyle kadın hakları hala emeklemekle meşgul, biz 30 kişiydik, sınıfta erkekler çoğunlukta; 18 erkek öğrenci, biz kızlar 12 kişiyiz. İsimlerini bilirsiniz belki Reşat Genç şu anda emeklidir, Atatürk Yüksek Kurum Başkanlığı’nı yaptı. Kazım Yaşar Kopraman rahmetli Ayvaz Gökdemir, aynı zamanda Abdullah Gül’ün Kayseri Lisesi’nden hocasıdır. Ayvaz Gökdemir’in eşi sevgili Sevgi Şimşir, resmini göstereceğim bu iki arkadaşımda vefat ettiler. İlk önce Ayvaz vefat etti, arkadan 2011 yılında da Sevgi’yi kaybettik. Pek çok arkadaşımı kaybettik. Yaşar Çağlayan çok değerli tarihçi arkadaşımdı, Fehmi Adak’ı kaybettik, artık yaşlı kuşak olmuş oluyoruz.

Ben yurt dışına kendi imkânlarımla gittim ve Türkiye’den herhangi bir şekilde destek görürüm diye umuyordum ki özellikle yakınımda bulunanlar dâhil kesinlikle bu konuda destek görmedim. Fakat İngiltere’de insanların çok dikkatini çektim, orada kalmamı çok arzu ettiler ama benim devletime borcum vardı.  Yıllarca devlet benim için oluk oluk para akıttı, mecburi hizmetimi ödemem lazım dedim. Bunun üzerine 66 yılından 72 senesine kadar İngiltere’de kaldım. Bu dönemde de çalışmalarımı hep sürdürdüm, ilk önce lisan problemimi haletlim, daha sonra sadece üniversite kitapları değil her çeşit kitapları okuyarak değerlendirdim. Çok fazla değişik konularda araştırma yaptım.

"Ankara’da eğitimci olarak 20-25 sene geçirdim"

Türkiye’ye dönünce görev istedim. Mecburi hizmetimi tamamlamak istiyorum dedim.  Bunun üzerine Konya’ya tayin ettiler, 1 sene Konya’da kaldım. Daha sonra Ankara’ya geldim. Ankara’da aşağı yukarı eğitimci olarak 20-25 sene geçirdim. Bu arada Altındağ ilçesindeydim, burada olduğum için gerek ilk meclis, ikinci meclis zaten yeni meclise biz öğrenciyken 60 yılında gidiyorduk, tarihi yerlerle ilgili geziler yapıyordum.  Buranın bu şekle nasıl geldiğinin canlı tanığıyım.

Şerafettin Tuğran Hocam 1962 yılında bizi Mahmut Paşa Bedesteni’ne getirdi. Mahmut Paşa Bedesteni şimdi Anadolu Medeniyetleri Müzesi diye yapılan yerdir. Ben orada çalışmıştım, orası 15. yy Fatih Sultan Mehmet’in Sadrazamı Mahmut Paşanın Bedesteni’dir. Rüstem Paşa Bedesteni de öyledir, onu da Rahmi Koç sanayi müzesi haline getirdi.

1993 yılında Turgut Özal’ın vefatı üzerine emekli olarak Kale’ye geldim ve araştırmalara başladım, hatta otuz sene önce kurulan düzen gereği burada arkadaşlarla beraber yemek yedik. Bilmediğim birçok şeyi de her gün geldiğim için öğrenmeye başladım.

Ankara kalesine ilk geldiğiniz zamanla şimdiki zaman arasındaki fark nedir, o dönemi anlatabilir misiniz?

1984’ten sonra gerek Abdülhamit dönemi mihrabı yok edildiği için ben daha çok bunların düzeltilmesi konusunda 20 senedir uğraş verdiğimden Tabiat ve Varlıkları Koruma Derneği bana belge verdi. Bu belge sayesinde ben burayı otopark yapmaktan bir anlamda kurtardım. 10 Kasım Kasımpatıyla anılır ve Kasımpatının özelliği hem bu topraklarda çok güzel oluyor hem de kış yaz yeşil duruyor. Kasımpatlarına, ağaçlara kavuşturdum. Osmanlı Dönemi özgün evi olarak mutfağı, tuvaletleri dışarıda, avlusunu oluşturdum ve Abdülhamit zamanından kalma, 1984 yılında bu evde doğan Kerim Efendi’nin evini de müze haline getirdim. Bu benim için zevkle yaptığım, iftihar ettiğim bir olaydır.

Anadolu’da Rum ve Ermeni halkı Birinci Dünya Savaşı’nda isyan etti. Azmettirmelerinin sebebi buraların sahibi olma düşüncesidir. 1915 yılında Ankara Kalesi’nden gönderildiler. O yüzden 1917 yılında bütün Ermeni ve Rum evleri bizim cami, kiliseler burada yakıldı. O yangından sonra günümüze kadar bu yanlış, dünyanın en kıymetli müzesi yok edilmeye devam ediliyor.Kalenin duvarındaki bu yazı bize 1964 yılında Neron’un askeri tabelasının burada olduğunu gösteriyor. 1964 yılında Neron ile beraber Yahudiler arenalarda vahşi hayvanlara ilk Hıristiyanları parçalattılar birinci kaos dönemi yaşandı.

Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 23.09.2013 160139.jpg
 

Bu kültür evinin ismi neden Til-Tur, isminin bir anlamı var mı?

Ben Türk tarihçisiyim, aynı zamanda doğu medeniyetini inceleyen bir insanım. Bu arada “tur” Kaşgarlı Mahmut “tıl” olarak kullanıyor, Divan-ı Lugat-ı Türk’te “dil” demektir. Kültür sözcüğü Türkçe değil, “evi” sözcüğü de Kaşgarlı Mahumt’un Divan-ı Lugat-ı Türk’teki gibi değil. İnsanların zaten “tıl” kelimesini görünce bunun bir doğu medeniyetinin kültür merkezi olduğunu anlamaları içindir.

Şimdi bir hayalim var, bu müze buraya yetmediği için bir doğu medeniyeti dünyasının kültür evi projesi oluşturdum. Çünkü burada şuna ihtiyaç var, hep beraber Selçuklu Dönemi’ndeki doğu medeniyeti görüntüsünü kazanalım istiyorum.  Yani Orta Doğu’daki bütün ülkeleri aynı kültürün gereği, aynı yemekler, aynı etkinliklerde birleştirmek istiyorum.

Elçiliklere gidip konuşmak istiyorum; İran elçiliği, Azerbaycan elçiliği, Özbekistan elçiliği falan; fakat elçilikler de doğal olarak hükümetlere bağlı oldukları için sıcak bakmayabilirler. Birey olarak insanlarla, bir Iraklı, bir Suriyeli, bir İranlı, bir Azerbaycanlı ile Tebrizli olabilir bu insanlarla hem yemek kültürleri hem de diğer kültürleri hakkında bağlantı kurmak istiyorum.

Bir Pelemeni olayı vardır. Orta çağda Türk boylarından bir Peçenekler var. Bu Peçenekler şu anda mevcut değil, Peçenek diye bir millet yok. Çünkü Kıpçaklar Kumanlar onları kendi içlerine alıp imha etti, tamamen yok etti. Fakat Peçenekler kültür olarak yaşıyor. Dansları, meşhur yemekleri Pelemeni, Pelemeç bunları da tanıtıyorum insanlara. Bu bakımdan batı kaynaklarına dayanarak Pelemeni’yi anlatmıştım. Napolyon 1812 yılında Moskova’da hezimete uğradı, uğratan da Pelemenidir. Şöyledir, Çarlık Rusya’sının askerleri Pelemeni torbalarını sırtlarında taşıyorlar ve acıktıklarında ocak yapık pişirip yiyorlar. Fransız askerleri de 1914’de Sarıkamış savaşında donuyorlar hem de aç kalıyorlar. Çarlık Rusya’sının askerleri ve insanları pasif savunmaya geçiyorlar ve Napolyon’u bu şekilde mağlup ediyorlar. Mecburen Napolyon Moskova’yı terk ediyor. Yani Pelemeni bu kadar önemli bir yemektir, ben buralarda kültür evinde bir iki defa pişirmiş olmama rağmen bu kültürün daha fazla yaşaması için doğu medeniyeti kültür evine ihtiyacım var.

Ankara kalesiyle ilgili bir hikâye anlatılır Frig kralı Milas’ın gemi çapası bulduğu ve bulduğu yerde de şehir kurması gerektiği ile ilgili bir rüya gördüğü ve Ankara kalesi etrafında bulunduğu ve burada şehir kurulduğu diye bir söylenti vardır.

Bu mitolojileri hep batıdan aldığımız için doğu medeniyeti mitolojilerini bilmiyoruz,  ben de çok bilmiyorum. Mitolojilerde size o kadar çok eski Yunan ve Roma mitolojisi empoze ediliyor ki ama yine de burada Alexander yazıyor, Alexander demek Büyük İskender demek, Helenistik dönem Roma döneminden öncedir ve Helenistik krallıklarının hepsi Anadolu krallıkları olarak kabul edilmektedir. Likya medeniyetini, Komangene Krallığını Amerika’ya verelim o araştırsın, bu yanlıştır. Almanlara Alacahöyük’ü verdiğimiz gibi. Doğu medeniyetinin kendine dönüşü başladı, bu daha uzun yıllar sürecek.

Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 23.09.2013 161928.jpgTil-Tur Kültürevi’ni bize gezdirip, objeleri tanıtır mısınız?

Osmanlı Dönemi’nde sadece buraya hayat denilir ve iç odadan ibarettir. Fakat 1935’ten itibaren Mustafa Kemal Selanikli hemşerilerin buraya yerleştiriyor ve insanlar ruhsat alıyorlar.  Bu sırada Kerim Efendi bir üst katı çıkıyor, yani bunun üst katı ve bu oda 1935 yılına aittir. Bu odada Kerim Efendi doğduğu için bu iki oda Osmanlı Dönemi’ne aittir. Buraya Osmanlı Dönemi’nin eserlerini koydum, bu gördükleriniz benim teyzemin ve anneannemin nakış işleridir. Bunlar duvar süsüdür, “Cilbez” derler, burayı Osmanlı Dönemi eşyalarıyla donattım. Bu da benim anneme aittir. Şurasını eski çağ ayakkabılığı olarak düzenledim. Osmanlı Dönemi iki odadan ibaretti ben çalışmalarımı sergilerimi müze olarak yerleştirdim, bunların hepsi bana ait.

Size 5000 yıl öncesini tanıtmaya çalışıyorum. Bu güneş kurslarının beş bin sene önce olduğunu geyik heykellerini, Ankara keçisini, Türkiye’nin kalbi Ankara belgeseline atıfta bulunmak için böyle yapmışım. Bu İspanya mağarasındaki 25 bin yıllık İspanyol sembolünü İspanyol profesörü bana 15 sene önce bıraktı. Yani size verdiğimiz tarihi bir anlamda noksan olduğunu gösteriyor, tarih öncesi dönem diye bir dönem yok. Bir de kilimlerdeki semboller falan bunların hepsi alfabeden türemedir, Tamga derler, bir nevi alfabedir, bunlara ait geniş bilgileri Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla elde edeceğiz, insanlığın geçmişine ait birçok şey bulunacak ve de buluyorlar. Japon, Kazakistan bilginleri, Türkiye’den gidenler hepsi beraber Açıklama: C:\Users\Gülden_Aydın\Desktop\Ekran Yakalamaları\Tam ekran yakalama 23.09.2013 163645.jpgçalışıyorlar, çok güzel bir şey, durmadan yeni şeyler keşfediyoruz.

Bu güvercin barışı simgeliyor hepsini çok severim hepsini ben yaptım hatta bir tanesini Londra’da Süleymaniye Camisine hediye ettim. Bunlar Romanya’dan gelen nakışlar, halamın nakışları aşağıdakiler teyzemin ve anneannemin nakışları. Bunlar da Romanya’dan gelince kör olan hanımın nakışları çok önemli; çünkü nakışlardan sonra gözünde çiçek çıkıyor kadın gözünü kaybediyor.

Bu evler Rumeli evleri, bu da kurt köpeği ben çalışmıştım. Şunlar Osmanlı belgeleridir, bunların çoğu bana hediye gelmiştir. Bağışların bir kısmını yazdım.

 

Babaanneniz nereli?

Babaannem Romanya’ya Kırım’dan gelmiş, biz 1683 başlangıç yapıyoruz ya 1700 yılında büyük Petro Azak Kalesini aldı, Azak Kalesi ve Kırım’ın Çarlık Rusya’sının eline geçmesi. Batı medeniyetine Petro’yla giren Rusya aslında doğu medeniyetine mensuptu. Rus Federasyonu’nun yemekleriyle bizim yemeklerimiz aynı olduğu için o yönüyle de bağlantı kurmaya çalışıyorum. Yani Kırım’ın boşaltılması 1700’den sonra başlıyor. 1783 Amerika’nın kurulduğu tarih, bizim de tamamen doğu medeniyeti olarak 2. Katherina Protestan Alman kadın tarafından ele geçirildiğimiz tarihtir. O tarihten itibaren göçler başlıyor.

Mesela Vehbi Koç tatardır, benim gibi Kırım kökenlidir, biz 1700’lerden sonra göç etmeye başladık. Annemlerin tarafı 1993 harbi sıralarında geliyorlar ve eski Polatlı köyünü kuruyorlar. Babaannem tarafı ise Romanya’ya göç ediyor. Romanya Dobruca bölgesi, binlerce yıllık bize ait medeniyettir. Dobruca’yı kaybettik, tabi Osmanlı Devleti bütün Karadeniz kıyılarını kaybederken, göçmenler bu topraklara geldiler, bu göçler Mustafa Kemal zamanında da devam etti. Bu göçlerin bize yararı var, batıdan gelen bu insanlar tıpkı büyük Petro gibi batılılaşmayı Anadolu’ya getirdi. Mustafa Kemal’in yerleştirdi kale burcunun en altındaki ev, Tuzsuzların evi, Selanik göçmenlerinin evidir. Güneş saatini ev yaparak yok ettiler. Bunlar Selçuklu kale burçlarıdır.

Kendi kültürünüze nasıl bağlı kaldınız, kendinizi nasıl koruyabildiniz?

İlkokuldan Hasan Hocam benim okula devam etmemi, babama özel olarak rica etti. Şöyle dedi: Seni öğretmen sınavlarına sokmadım ama burada ortaokul var, ortaokula gideceksin dedi.  Ben de hayır ben terziye yollanacağım dedim. Öyleydi o zaman, dikiş öğrenmem için terziye yollayacaklardı.  Bunun üzerine Hasan Hocam babamı bulmuş, bu kızı mutlaka okutmalısın demiş. Bunun üzerine İstanbul’dan Meliha Halam geldi. Mustafa Kemal’in Hitlerden kaçan Alman Yahudilerine kucak açtığını biliyorsunuz, bunlar öğretim üyesi olarak İstanbul’da yaşadılar ve bunların öğrencisidir benim Meliha Halam. Çok çalışkan ve çok dürüst birisiydi.

Sahibi: Prof.Dr. Abdurrahim Özgenoğlu
Yayın Kurulu: Prof.Dr. İsmail Bircan, Uzman Nilüfer Ünal, Osman Kutlu
Editör: Gülden A Pınarcı
İçerik Yöneticisi:
3 Ayda bir yayınlanır.