Ana Sayfa » Yıl 8, Sayı 31 (Ekim 2013) » EKONOMİK VE FİNANSAL KRİZLER DÜNYASINDA KISA BİR GEZİNTİ
MAKALELER
Prof. Dr. Sinan Sönmez
02.08.2013 tarihinde Cumhuriyet gazetesi Bilim Teknoloji ekinde yayımlanmıştır.
EKONOMİK VE FİNANSAL KRİZLER DÜNYASINDA KISA BİR GEZİNTİ
İlk ekonomik ve/veya finansal kriz nerede ve hangi tarihte patlak verdi? Yakın tarihlerde yayımlanan ilginç bir makalede[1], ilk krizin İngiltere’de 1340 yılında ortaya çıktığı belirtilmektedir. Bu tarihten 18. yüzyılın sonuna uzanan zaman diliminde Avusturya, Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz ve Prusya’da yaşanan toplam 20 krizden 19’u dış borçtan kaynaklanmıştır. Fransa (8) ve İspanya (6) krizlerin sıklıkla görüldüğü ülkeler olarak ön plana çıkmaktadır. Özellikle son iki yüzyıla krizler damgasını vurmuştur. 2007 Sonbaharı’nda belirmeye başlayan ve 2008’de somutlaşan son küresel krize gelmeden önce, geçmişteki sarsıcı etkiler yaratmış krizlerden bir bölümüne kısaca göz atalım. |
Ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren kriz sayısı katlanarak artmış ve giderek küresel boyutlar kazanmıştır. Bu gelişme rastlantısal değildir. Birinci sanayi devrimi paralelinde kapitalist sistemin yerleşme ve yaygınlaşmasıyla birlikte krizlere kapı aralanmıştır. 1825’de Büyük Britanya’yı vuran aşırı üretim krizi, 1836’dai bu ülkenin yanısıra halkaya ABD’yi de eklemiştir. 1847 krizinden yaklaşık olarak tüm Avrupa ülkeleri etkilenmiştir. 1856’de küresel boyutlara ulaşan yeni bir kriz belirmiştir. Tüm ülkelerin etkilendiği krizde imalat sanayiinde üretim başaşağı gitmiş, tüketim gerilemiş ve işsizlik hızla tırmanmıştır. Yerel çaptaki krizler bir yana, 1873’da Avusturya ve Almanya’da patlak veren ve tüm dünya ülkelerine yayılan kriz 1879’a dek etkilerini sürdürmüştür. Ancak 1873 krizi kapitalizmdeki dönüşümün habercisi olarak değerlendirilebilir. Dönüşüm; sanayi ve bankacılık sektörlerinde yoğunlaşma ve sanayi sermayesi ile banka sermayesinin bütünleşmesiyle gerçekleşmiştir. 1900-1903 krizi ise serbest rekabetçi kapitalizmden emperyalist döneme geçişi simgelemektedir.
Dilimizde “büyük buhran” olarak adlandırılan ve geçmiştekilerden kapsam ve etki yönünden farklı olan kriz, Ekim 1929’da ABD’de borsanın çöküşü ile patlak vermiş ve yıkıcı etkileri, 1933’ün ikinci yarısına kadar artarak sürmüştür. Krizin boyutlarını gösterebilmek için birkaç göstergeye başvuralım: ABD’de 1929’da yüzde 3,2 olan işsizlik oranı 1932’de yüzde 24,9’a tırmanmış, aynı tarihlerde GSYH 103 milyar dolardan, 56 milyar dolara gerilemiştir. Dow Jones endeksinin seyri Wall Street’teki çöküşü ortaya koymaktadır; Eylül 1929’da 381,17 olan endeks , Temmuz 1932’de 41,22’ye gerilemiştir! Başta ABD olmak üzere tüm dünyayı derinden etkileyen kriz, iktisat politikalarını ve dünyanın siyasi dokusunu değiştirmiştir. ABD’den başlamak üzere devlet müdahalesi ve düzenleyiciğine dayalı iktisat politikaları benimsenmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Siyasi açıdan en sarsıcı deprem Almanya’da yaşanmıştır. Ekonomik kriz sarsıcı sosyal ve siyasal sonuçlar doğurmuştur. Nazi Partisi (NSDAP) güç kazanmış, 1928’de Reichstag’da 12 milletvekiline sahip olan parti, 1932’de 238 milletvekilini Reichstag’a sokmuş ve Hitler şansölye koltuğuna oturmuştur. Bu süreç 2. Dünya Savaşı’yla sonuçlanacaktır.
Savaş sonrasındaki ilk küresel kriz 1973-1975 kesitinde ortaya çıkmış, 1980’lerin başlarına dek piyasa ekonomileri toparlanamamıştır. 1970’li yıllar piyasa ekonomileri açısından “kayıp on yıl” olarak nitelendirilmektedir. Göstergelere kısaca göz atılırsa; sınai üretim endeksindeki düşme yüzde olarak ABD’de 13, Japonya’da 20, Almanya’da 22, Büyük Britanya’da 10, Fransa’da 13 ve İtalya’da 14 olmuştur. Aralık 1973 ile Aralık 1974 arasında borsa endeksi yüzde olarak ABD’de 33, Japonya’da 17, Almanya’da 10, Büyük Britanya’da 56, Fransa’da 33 ve İtalya’da 28 oranlarında gerilemiştir. 1974’de, bir yıl öncesine göre iflas eden şirket sayısındaki artış yüzde 6 (ABD) ile yüzde 47 (Büyük Britanya) arasında değişmektedir. 1975 yılının ortalarında gelişmiş piyasasa ekonomilerindeki işsiz sayısı 15 milyonu bulurken, 10 milyon kişi de kısa süreli işlerle durumu idare etmektedir. Bu koşullarda çalışan kesimin reel ücretleri düşmüştür.[2]
1980’li yıllarla birlikte hızla yaygınlaşan neoliberal küreselleşme döneminde krizler brbirini izlemeye başlamıştır. Öyle ki, son otuz yıldaki krizleri açıklamak için “birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri” oluşturulmuşken, 2008 yılından itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan son küresel finans krizi, yeni bir kriz modelini ekonomi yazınına adeta armağan etmiştir.
Neden küreselleşme döneminde bankacılık ve/veya para krizi veya ikisinin bir arada görüldüğü finans krizleri sıkça belirmekte ve yıkıcı etkileri artmaktadır?
ABD başta olmak üzere piyasa ekonomilerindeki reel (üretken) sektörde ortalama kar oranı 1970’li yıllardan itibaren düşme eğilimine girmiştir. Kar kaybı finans sektörünün yapay olarak genişlemesiyle dengelenmeye çalışılmıştır. Neden mi? Çünkü finans sektörü yapısı ve özellikleri gereği hızla genişlemeye ve yüksek kar elde etmeye uygundur. Üstelik özellikle ABD ekonomisinin yapısal özelliği olan çifte açık (dış açık ve bütçe açığı) küresel dengesizliklere yol açtığı ölçüde aşırı borçlanmayı beslemiş ve finansal piyasaların genişlemesine destek olmuştur. Bu doğrultuda özellikle ABD’de 1980’lerde filizlenen ve giderek genişleyerek küresel boyuta ulaşan “yeni finansal yapı” yüksek kara ulaşılmasını olanaklı kılmıştır. Yeni finansal yapı; bütünleşik dev bankalar ile yatırım bankaları, “akbaba fonları” denilen vurgun peşindeki kısa vadeli oynak fonlar ve bankaların yarattığı özel yatırım araçlarından oluşan “gölge bankacılık sistemi”nin tamamıdır.[3] Bu sistemde finans sektörünün genişlemesi ve derinlik kazanması durmamış, tersine giderek hızlanmıştır. Şöyle ki, son küresel finans krizinin eşiğinde, finansal piyasaların mutlak ve göreli genişliği dramatik bir hızla artmıştır. Birkaç göstergeye başvuralım.
2007 yılında ABD kredi piyasasındaki toplam borç tutarı GSYH’nin yüzde 350’sine eşitlenmiştir. Aynı yıl mali varlıklar GSYH’nin on katına ulaşmıştır. Tüm türev finansal araçların (değeri başka bir finansal varlığın veya malın değerine doğrudan bağlı olan finansal araçlar) sanal değerinin tüm ülkelerin GSYH toplamının onbir katına ulaştığı gözlenmektedir. 2004 yılı sonunda temerrüt riski taşıyan takasa tabi türevlerin 6 trilyon dolar dolayındaki toplam sanal değeri, üç yıl sonra 62 trilyon dolara fırlamıştır. ABD’de toplam şirket karlarında finansal getirilerin payı 1980’lerin başında yüzde10 dolaylarındayken, 2006’da yüzde 40’a yükselmiştir.[4] Anımsayalım; Dünyanın en büyük beş ABD’li -finansal-yatırım bankası olan Morgan Stanley, Goldman Sachs, Merrill Lynch, Lehman Brothers ve Bear Stearns’den son ikisi finansal kriz ile birlikte kapılarını kapatmış, diğerleri ise devlet desteği ile ayakta kalabilmiştir.
Krizin faturası özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler, işini kaybeden milyonlarca kişi, reel ücretleri hızla gerileyen çalışan ve emekliler açısından çok ağır olmuştur. Avro Bölgesi’nde halen yıkıcı etkileri devam eden kriz aşılamamakta, mali disiplin ve kemer sıkmaya dayalı reçeteler hastalığı tedavi etmek bir yana daha da ağırlaşmasına yol açmaktadır. Nitekim IMF başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar iyimser bir öngörüde bulunamamaktadır.
Anlaşılan “yeni kuşak” krize “ana akım iktisat”tan kaynaklanan politikaların dışında çözümler aramak gerekiyor.
[1] Reinhart, Carmen, M. Ve Rogoff, Kenneth, S. (2008). “This time is different: A panoramic view of eight centuries of of financial crises”, NBER Working paper 13882, March. http://www.nber.org/papers/w13882
[2] Sönmez, S. (2005). Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, 2. Baskı, İmge Kitabevi.
[3] Crotty, J. (2008), Structural Causes of the Global Financial Crisis: ACritical Assessment of the New Financial Architecture , Economics Department Working Paper Series. Paper 16. http://scholarworks.umass.edu/econ_workingpaper/16
[4] The Economist, 19 Mart 2006.
Yayın Kurulu: Prof.Dr. İsmail Bircan, Uzman Nilüfer Ünal, Osman Kutlu
Editör: Gülden A Pınarcı
İçerik Yöneticisi:
3 Ayda bir yayınlanır.